Türkiye Almanya'ya Neden Yardım Etmeli – Avrupa'da Aşırı Sağ Tehdidi

13/2015
12 December 2015

Refugees at sea

Sevgili ESI Dostları,

04 Ekim 2015'te ESI, Ege'de yaşanmakta olan mülteci krizi ile ilgili Avrupa Birliği'nde çok yankı bulan bir çalışma yayınladı.

 

Merkel Planı – Tek Kazanan Yok, Herkes Kazanıyor

Bu çalışmada, Almanya ve Türkiye arasında aşağıdaki hususları içeren bir anlaşma yapılmasını öneriliyor:

  • Önümüzdeki 12 ay zarfında Almanya, Türkiye'de kayıt altında bulunan Suriyeliler arasından 500,000 mülteciyi almayı taahhüt etmeli. Bu ülke, insanların zorlu ve tehlikeli bir Ege Denizi-Batı Balkanlar güzergâhı üzerinden gelmelerini tercih etmek yerine, âdil ve sistemli bir şekilde doğrudan Türkiye'den yapılacak başvuruları değerlendirmeyi ve başvurusu olumlu sonuçlananların nihaî noktaya güvenli ulaşımlarını sağlamayı kabul etmeli. Söz konusu imkândan sadece Türk makamları nezdinde kayıt yaptırmış olan Suriyeliler yararlanmalı. Böylece Türkiye'ye yeni bir Suriyeli mülteci akınının önünü kesmek de mümkün. Nihayet, bu uygulamaya başka AB üyesi devletler de katılabilmeli.
  • Türkiye, belirlenecek bir tarihten sonra, kendi topraklarından Yunanistan'a geçen mültecileri geri almayı taahhüt etmeli. Hemen akabinde, Ege'yi geçmeye çalışan botların sayısında büyük bir düşüş görülmesi kaçınılmaz.
  • Almanya, AB'ye vizesiz seyahatin 2016'da başlaması için Türkiye'ye destek vereceğini açıklamalı.

2014 itibarı ile Türkiye dünyada en fazla mülteciyi ağırlayan ülke, Almanya ise en fazla iltica başvurusu yapılan sanayileşmiş ülke konumunda. Sadece 2015'te Almanya'ya gelen ve bu ülke tarafından ağırlananların sayısı 1 milyondan fazla!

Alman hükûmeti yukarıda açıklanan fikirleri giderek benimsiyor. Almanya Başbakanı ve CDU'nun lideri Angela Merkel'in, 07 Ekim'de söyledikleri bunun kanıtı:

"Dış sınırlarımızı daha iyi korumalıyız. Bu koruma ancak komşularımızla -örneğin Türkiye ile- mülteciler konusunda daha iyi bir görev paylaşımında anlaşabilirsek mümkün. Tabii ki sonuçta Türkiye'ye daha fazla para verilecek çünkü söz konusu ülkenin mülteciler için harcadığı meblağlar çok yüksek. Böyle bir anlaşma aynı zamanda, bizim de belirli sayıda mülteci almayı kabul edeceğimiz; bu insanları Ege'deki insan kaçakçılarının para kazanmalarını engelleyecek bir şekilde düzgün, kurallı bir biçimde alacağımız ve Türkiye'nin vize ile ilgili taleplerini yerine getireceğimiz anlamına da gelecek."

Almanya Başbakan Yardımcısı ve SPD lideri Sigmar Gabriel'in 20 Kasım'da yaptığı açıklamalar da dikkate değer:

"Şayet Türkiye AB ile ortak sınırını güvenli hâle getirmeye hazırsa ve bu sınırı geçmeye çalışan mültecileri geri alacaksa, o zaman Avrupa Birliği bunların karşılığında Türkiye'ye destek olmalı…ve Almanya, Avrupa'nın göstereceği çabalar çerçevesinde üstüne düşeni yaparak Suriyeli mülteci gruplarının ülkeye yerleştirilmesine -daha önce başka iç savaşlardan kaçanlara yaptığı gibi- izin vermeli. Bu mülteciler Avrupa ve Almanya'ya güvenli bir şekilde ulaştırılmalı. Yani tehlikeli güzergâhlar üzerinden karmaşa içinde ve kontrolsüzce gelişen bir göç yerine, iç savaştan kaçan mültecilerin düzen içerisinde ve emniyetli bir şekilde yeniden yerleştirilmeleri arzulanmalı. Kural şu olmalı: Kadınlara ve çocuklara öncelik! Ailelere öncelik! Bu prosedür sayesinde bize kimin geldiğini bileceğiz çünkü, iltica başvurusu, kimlik doğrulaması ve kayıt işlemleri fizikî göç öncesi yapılacak. Aynı zamanda koruma talep edenler Akdeniz ve Balkanlar üzerinden tehlikeli yolculuklara çıkmak zorunda kalmayacak. Hiç kimse Avrupa'ya ulaşmak için hayatını riske atmayacak."

Mülteci krizine çözüm konusunda Almanya ve Türkiye'den daha iyi konuma sahip ve daha fazla inanılırlığı haiz başka iki ülke yok. İkisi de bu sorunun çözümünde vazgeçilmez aktörler olarak belirmekte.

 

Türkiye'nin Ulusal Çıkarı

Ahmet Davutoğlu ve Angela Merkel

Almanya'ya yardım etmek Türkiye'nin ulusal çıkarlarına hizmet ediyor mu? ESI insanî, stratejik ve ekonomik sebeplerden ötürü bu soruya olumlu yanıt veriyor.

İnsanî açıdan sağlanacak yarar zaten aşikâr. Böyle bir anlaşma ile mülteciler açısından, boğulmayı göze alarak Ege'yi geçmek tüm anlamını yitirecek. Küçük çocuklu aileler AB'ye risksiz bir şekilde seyahat edebilecek. Aynı zamanda, AB'den gelen milyarlarla ölçülen malî yardımlar sayesinde Türkiye, ülkede kalan daha az sayıda mülteciye daha iyi bir eğitim ve ülke ile bütünleşme imkânı sunabilecek. 

Stratejik açıdan sağlanacak yarar da aslında çok net. ESI'nin, henüz  Rusya ile kriz başlamadan yayınladığı 04 Ekim tarihli çalışmasında şu hususların altı çiziliyor:

"Aslında bu plan Türkiye'nin güvenliğine önemli bir katkı sunacak. Yakın zamanda, Karadeniz'in kuzeyinde, sınırları yeniden çizme, topraklarını genişletme ve ayrılıkçıları destekleme gayretinde olan ve yeniden dünya siyaset arenasında belirleyici bir role kavuşan Rusya ile komşu bir ülke Türkiye. Rusya, Güney Kafkasya'da ilhak ettiği topraklara askerlerini yerleştirmiş vaziyette. Aynı zamanda Türkiye'nin güney sınırlarında da Washington ve Ankara'nın uzunca bir zamandır desteklediği gruplara karşı büyük bir operasyon başlatmış bulunuyor. Türkiye'nin çevresinde an itibarı ile düşman devlet ve silahlı gruplar var ve durum Soğuk Savaş'tan bu yana ilk defa bu denli tehlike arz ediyor.

Böylesi bir tabloda, Türkiye'nin AB ile iyi ilişkiler yürütmesinin güvenliği için son derece hayatî önemi olduğu aşikâr. Müslüman karşıtı ve Putin yanlısı bir aşırı sağın Avrupa'da yükselişi Türkiye'yi gerçekten endişelendirmeli. Böyle bir durumda, AB'nin politikası, özellikle de dış politikası Kremlin'in çizgisine yaklaşabilir.

AB ülkeleri giderek şiddetlenen siyasî bir girdabın içinde. Popülist politikacılar ana akım partilerin inandırıcılıktan uzak stratejileri nedeni ile sürekli güç kazanıyor. Hem seçimin yaklaşması hem de biraz tesadüfî bir şekilde, mülteci krizinden doğrudan etkilenen bir ülke konumundaki Avusturya, bu tür bir siyasî depremi ilk yaşayacak Avrupa ülkesi olmaya aday. Aşırı sağcı Özgürlük Partisi (FPÖ) iltica temalı bir kampanya yürütüyor ve oy oranını önemli ölçüde yükseltmişe benziyor. Parti, Eylül sonunda Yukarı Avusturya'da gerçekleştirilen bölgesel seçimlerde oy oranını yüzde 15'ten 30'a çıkartarak ikiye katladı. FPÖ'nün, Sosyal Demokratların 1919'dan bu yana her oylamadan galip çıktığı Viyana'da 11 Ekim'de yapılacak bölgesel seçimleri kazanması da muhtemel. Eğer gerçekleşirse, bunun bulacağı uluslararası yankı ve Avrupa'daki diğer sosyal demokrat partilere yapacağı etki yıkıcı olabilir. Aslında, Avusturya Özgürlük Partisi genel seçimleri bile kazanma şansına sahip. Geleneksel partiler panik içinde. İktidardaki koalisyonun küçük ortağı Avusturya Halk Partisi'nin (ÖVP) lideri geçenlerde "Avrupa harekete geçmezse sınırlar mutlaka kapatılacak" dedi. Aynı partiden olan İçişleri Bakanı da uluslararası bir çözüm üretilmediği takdirde "sınırlarda daha sıkı bazı tedbirler kaçınılmaz olabilir hatta kuvvet kullanımı bile düşünülebilir" şeklinde bir açıklama yaptı.

Yavaş yavaş bir kısır döngüye giriliyor: ana akım partilerin içinde bulunduğu çaresizlik yüzünden Suriyeli mültecilerin iltica haklarını sorgulayan ve buna karşı çıkan partilerin kendilerine güveni artmakta. Bu, etkili politikalar üretilmesini engelleyecek Macaristan Başbakanı Viktor Orban gibi düşünenlerin ise elini kuvvetlendirecek bir durum. Orban yaşanmakta olan mülteci krizini Osmanlı istilâsı ile karşılaştırmaktan çekinmiyor. 05 Eylül'de yaptığı bir konuşmada şöyle diyor Macar Başbakan:

'Köktencilerin "Haçlı Seferi", benim gibi ılımlıların ise "Avrupa'nın İslamlaşması" adlandırdığı sorununun yarattığı zorlu bir durum ile karşı karşıyayız. Artık bunu tespit etmek, dile getirmek, gidişatı durdurmak ve tam tersine sonuçlar verecek bir siyaseti hayata geçirmek gerek.'

Orban'ın Avrupa tanımında İslam'a yer yok; aksine, Avrupa Hrıstiyan bir proje. Türk liderler açısından, özellikle de Rusya'nın niyetinin bilinemediği bir dönemde, Orban'ınki gibi bir siyasî gündemi benimseyen milli iktidarlara sahip ülkelerden müteşekkil bir Avrupa Birliği ciddî bir güvenlik tehdidi olsa gerek. Tam da şu noktada, çok önemli bir konuda Avrupa'nın en etkili ülkesi olan Almanya ile başarılı bir işbirliği gerçekleştirmenin herkese ters yönde çok güçlü bir sinyal vereceğinden şüphe yok. Yunanistan ile Ege'de işbirliği vasıtası ile gelişecek ilişkiler de bu bağlamda önemi haiz.

Son olarak Almanya'nın vize serbestleşmesine desteğini içeren bir anlaşmanın Türk vatandaşları lehine olumlu sonuçlar doğuracağı aşikâr. Bu vasıtayla Ankara Suriyeli mülteciler vesilesi ile doğan külfetin kayda değer bir bölümünü devredebilecek ve şimdiye kadar, söz konusu kriz ile ilgili her türlü sorumluluğun aslan payını Türkiye'nin taşımış olduğu da kamuoyu nezdinde kabul edilmiş olacak. Artık sıra Avrupa'da ve Almanya'nın da başı çekmesinin tam zamanı!"

Üçüncü olarak, kuvvetli bir ekonomik sebep bulunduğu da muhakkak: AB ile -özellikle de Almanya ile- iyi ilişkiler içinde olmak Türk ekonomisi için hiçbir zaman şu andaki kadar önem taşımamıştı.

Mısır, İsrail, Şam, Bağdat ve Moskova ile diplomatik gerginliklerin yaşandığı bir dönemde AB hem dış yatırım kaynağı ve hem de pazar olarak en istikrarlı ekonomik ortak konumunda.

Eğer mülteciler konusundaki işbirliği ve 2016 yılında Türk turist ve işadamları için vize serbestleşmesi başarıyla hayata geçirilirse önceki yıllarda kaybedilen karşılıklı güven yeniden kazanılacak ve bu -özellikle gelişmekte olan ekonomilere dair soru işaretlerinin belirdiği bir devirde- küresel piyasalar ve yatırımcılar tarafından olumlu algılanacak.

 

Avrupa'da Aşırı Sağ Tehdidi

Viktor OrbanMarine Le PenHans Christian Strache 

Viktor Orban – Marine Le Pen – Hans Christian Strache

Alternatifi bir düşünün! Mülteci krizine çözüm bulunmamış olsun. Aşırı sağ partiler önemli AB ülkelerinde seçimleri birbiri ardına kazanmaya devam etsin. Aşırı boyutta İslam karşıtı söylemlere sahip, Macaristan'da Viktor Orban, Hollanda'da Geert Wilders veya Fransa'da Marine Le Pen gibi AB liderleri Avrupa Birliği politikalarında belirleyici hâle gelsinler.

İşte bu senaryo Avrupa demokrasisi için çok kötü bir senaryo. Yine bu senaryo Türkiye'yi İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana olmadığı kadar yalnızlığa mahkûm edecek bir senaryo.

Geert Wilders 

Bugün için muhalefette ama belki yarın iktidarda… 

Wilders'in Türkiye ile ilgili düşünceleri

Yakın zamanda her teröristin göçmen olduğunu açıklayan ve mülteci krizine çözüm önermek için kendini yetkili gören ve bunun sebebini de Osmanlı istilâlarına maruz kalmış Macaristan'ın başbakanı olmasına bağlayanan Viktor Orban hakkında daha fazla bilgi için "Avrupa'nın En Tehlikeli Adamı" başlıklı bültenimizde yer alan çalışmamıza bakınız:

Nihaî Amaca Hizmet Eden Bir Araç – Mülteciler ve Orban'ın Haçlı Seferi

Vladimir Putin ve Viktor Orban

 

Yüzümüzü Brüksel'den Önce Berlin'e Dönmeliyiz

AB ile Türkiye arasında Kasım sonunda varılan anlaşmada öngörülenlerin yeterli olmayacağı aşikâr.

Hâlihazırda, AB'nin vize serbestleşmesi ile ilgili taahhüdü muğlak. Üç milyar avronun nereden bulunacağı bilinmiyor. Kıbrıs'ın müzakere başlıklarına koyduğu vetolar yerli yerinde duruyor. Türkiye'den doğrudan mülteci alınmasına ne zaman başlanacağı da netleşmemiş durumda. Öte yandan, ne Yunanistan ne de Türkiye 2002'den bu yana yürürlükte olan ikili geri kabul anlaşmasını etkili bir biçimde uygulamak için ciddî bir hazırlığa girişmiş değil.

Başarısızlık Avrupa'daki aşırı sağ partilerine sunulmuş bir hediye olacak. Türkiye ve AB arasındaki güven ilişkisi büyük ölçüde zedelenecek. Görünen o ki iç bölünmüşlük ve AB içerisinde İslam karşıtı söyleme sahip liderlerin gücü nedeni ile AB kurumları gerekli girişimleri ivedilikle başlatamayacak.

İşte bu yüzünden, Almanya bu kriz ile ilgili harekete geçmek isteyenlerin başını çekmeli ve 2016'nın ilk aylarında somut adımlar atacak şekilde planlama yapmalı.

  • Almanya Türkiye'den 30 Nisan 2016'ya kadar 100,000 mülteciyi "yeniden yerleştirme pilot programı" çerçevesinde almalı; diğer AB ülkeleri de orantılı olarak mülteci alma taahhüdünde bulunmalı.
  • Türkiye ise Yunan adalarına 15 Ocak 2016 itibarı ile varan her mülteciyi geri kabul taahhüdünde bulunmalı

Paralel olarak:

  • Türkiye'de bir ulusal iltica sistemi kuran 2013 Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun hükümleri tam olarak uygulanmalı Şu ana kadar sığınmacılarla çok sayıda mülâkat gerçekleştirmiş olan Türkiye'nin yetkili kurumu Göç İdaresi Genel Müdürlüğü iltica taleplerini hızla karara bağlamalı ve koruma sağlamalı. İlgililerin tanınan haklardan yararlanmalarına imkân verecek bütün ikincil mevzuat derhal yürürlüğe sokmalı. Bunu takiben ve 15 Ocak 2016 tarihinden önce, Yunanistan Türkiye'yi mülteciler için "güvenli üçüncü ülke" olarak ilân etmeli.
  • Avrupa Komisyonu Türk vatandaşları için vize zorunluluğuna son verecek süreci hemen başlatmalı. Vize zorunluluğu, hem Yunanistan ile işbirliği içerisinde bu planın geri kabul ile ilgili maddelerinin 30 Nisan 2015'ten önce yerine getirilmesi hem de diğer bazı önemli şartların karşılanması halinde Mayıs ayında kaldırılmalı.

 

Bugün Risk Altında Olanlar

Refugees Welcome

ESI geçtiğimiz haftalarda konu ile ilgili başka raporlar da yayınladı. Hepsini bu linkte bulabilirsiniz: www.esiweb.org/multeciler. Ayrıca uzmanlarımız önerimizi hem Avrupalı hem Türk politika belirleyicilerine, BerlinBrükselStokholm – ViyanaVarşova – SofyaLahey – Paris Ankara ve İstanbul'da sundular.

ESI her gittiği yerde şunu söylüyor: Avrupa'ya doğru halen devam eden düzensiz toplu göç akını hem Türkiye'nin endişelerine cevap verecek hem de Suriyelilerin ihtiyaçlarını giderecek bir şekilde ele alınmaz ise AB çapında, aşırı sağ görüşlü, mülteci, İslam ve Türk karşıtı, Putin yanlısı siyasî partiler iktidara gelerek hem AB-Türkiye ilişkilerini tahrip edebilir, hem de Mültecilerin Hukukî Durumuna Dair BM Sözleşmesi'nin sonunu getirebilir.

Kaldı ki, çözüme öncülük eden ve Suriyeli mültecilerin yeniden yerleştirilmesi neticesine ulaşan bir Almanya ve bir Türkiye uluslararası boyutu olan ve günümüzün en önemli sorunları arasında yer alan bir konuda küresel liderlik rolünü üstlenebilirler.

Şu an itibarıyla, çok önemli başlıklar tehlike altında: Türkiye-AB ilişkileri, AB üye devletlerinde yaşayan Müslüman azınlıklarla ilişkiler, Mültecilerin Hukukî Durumuna Dair BM Sözleşmesi. Ancak, anlaştıkları takdirde, Ankara ve Berlin hem yüz binlerce insanın yaşadığı insanî bir dramı sonlandırabilir hem de Avrupa'yı olumlu anlamda dönüştürebilirler.

Kaybedecek zaman kalmadı.

Zaman harekete geçme zamanı.

En iyi dileklerimizle,


Gerald Knaus

Varşova'da AGİT'te ESI sunumu (13 Kasım) 

Varşova'da AGİT'te ESI sunumu (13 Kasım)

 

www.esiweb.org/multeciler